Prof. Dr. Avni Zafer ACAR
  Güncelleme: 26-10-2021 18:41:00   26-10-2021 18:29:00

Yeşil Ekonomi ve Taşımacılık - II

Değerli lojistik dostları,
Bir önceki “Yeşil Ekonomi ve Taşımacılık” başlıklı yazımı, ülkemizin Paris İklim Anlaşması’nı imzalayarak Resmi Gazetede yayınlayarak yürürlüğe koyması üzerine Paris İklim Anlaşması ve Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde başlatılan yeşil ekonomiye dönüşümün taşımacılık sektörü bağlamında lojistiğe etkileri üzerine bir giriş yazısı niteliğinde kaleme almıştım. Yazımın sonunda sektörün konu hakkında farkındalığının yüksek olduğunu ve yeşil ekonomi doğrultusunda stratejilerin bir an önce eylem planına geçirilmesi gerektiğine vurgu yapmıştım. Arzu edenler yazıya aşağıdaki linkten erişebilirler.
 
Paris Anlaşmasında yeşil ekonomi çerçevesinde ifade edilen temel hedeflerin aynı zamanda bu anlaşmaya imza atan tarafların yükümlülükleri olduğu oldukça aşikardır. Ancak özellikle yakın gelecekte karşılaşacağımız şartlar az çok bilinmektedir. Bu nedenle gelin bu kez bu yükümlülükleri yerine getirirken ne gibi güçlüklerle karşılaşacağımızı yani stratejik açıdan tehditlerin neler olduğunu gözden geçirelim.
 
Bilindiği üzere Dünya ekonomisi özellikle yeni bin yılın başından bu yana geçmişe kıyasla radikal bir büyüme göstermiştir. Gerçekleşen bu etkileyici ekonomik büyümeye ve bu büyümenin yüz milyonlarca insana fayda sağlamasına rağmen, aynı zamanda şimdiye kadarki en büyük zorluklarla da karşı karşıyayız. Bu zorluklardan en ciddi olanların başında ise ekolojik sorunlar ile bunların doğrudan ve dolaylı etkileri gelmektedir. Şöyle ki yapılan araştırmalara göre mal ve hizmetlerin %60'a kadarı üretim sürecinden, dağıtım ve tüketim sürecinin sonuna kadar Dünya'nın ekosistemi üzerinde çeşitli olumsuz etkilere sahiptir. Bu durumun nedeni, geçtiğimiz yüzyıldaki ekonomik gelişme sürecinin, öncelikle doğal kaynakların yenilenme kabiliyetine dikkat edilmeden sömürülmesine dayanması ve ciddi şekilde bozulmuş ve zarar görmüş bir ekosisteme yol açmasıdır.
Ayrıca son 30 yılda sıklığı ve şiddeti artan ekonomik krizler, tüm dünyada ülkelerin ekonomik büyüme modelini yeni bir stratejiye göre ayarlama ihtiyacını artırmıştır. Özellikle fosil yakıtlara dayalı geleneksel ekonomik model, sera gazı emisyonlarını artırarak iklim değişikliğine neden olduğu artık açıkça kabul edilmektedir. Bu model, birçok ülkenin sürdürülebilir kalkınma ihtiyaçlarını karşılamada başarısız olduğu da ortadadır. Bu durum, ülkelerin yeni bir büyüme modeli aramasını, yani yeşil bir ekonomi modeli geliştirmesini gerektirmektedir ki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında, iklim değişikliğinin azaltılması, adaptasyonu ve finansmanı hakkında 2015 yılında imzaya açılan Paris İklim Anlaşması bu gerekçeye dayanmaktadır.
 
Şüphesiz yeşil ekonomiye geçiş tüm ülkelerin normal olarak benimsemesi gereken temel hedef ve prensipleri içermektedir. Ancak “yeşil ekonomiye” geçiş, çoğu gelişmekte olan ülkenin sahip olmadığı beceriler, altyapı ve kaynaklar gerektirir. Bu dönüşümün liderliğini yapan gelişmiş ülkeler ise mali yardım ve kalkınma desteği vaatleriyle diğerlerini zorlamaktadır ve bu dönüşüme karşı durmaya çalışan ulusların maalesef çok az seçeneği bulunmaktadır. Yani ekonomik devler, yeni oyunu sahaya sürerek yatırımlarının nereye gitmesini istediklerini açıkça ortaya koymaktadırlar.
Buna karşılık söz konusu gelişmekte olan ülkeler mevcut seviyelerine gelebilmek ve doğal kaynaklarından yararlanacak altyapıyı geliştirmek için onlarca yıl harcamışlardı. Ancak mevcut durumları onları giderek artan bir şekilde tamamen petrol gibi kaynaklara bağımlı ekonomiler haline
getirmiştir. Oysa mevcut ekonomik model tekrar kökten bir şekilde değişme eğilimdedir ki bu durum birçok gelişmekte olan ekonomiyi kalıcı bir dezavantaj içine sokma riski taşımaktadır. Bu durumda birinci tehdidi yeni ekonomiye geçiş için ihtiyaç duyulan altyapı yatırımlarının mali yükü olarak isimlendirebiliriz.
 

 

Burada dile getirmemiz gereken diğer bir konu ise birçok dünya ekonomisinin birinci ligindeki birçok ülkenin daha yeşil bir ekonomi için diğerlerine vaaz verir hatta zorlamalar uygulamaya koymaya çalışırken, kendilerini buna adamaya isteksiz olmalarıdır. Çünkü şu an kendileri karbon emisyonlarına gayet fütursuzca katkıda bulunarak fosil kaynaklı ekonomilerinin faydalarından yararlanmaya devam etmektedirler. Örneğin, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri halen dünyanın en büyük iki karbon salan ülkesidir. Üstelik birinci ligdeki bu ülkelerin imtiyazlı vatandaşları birden fazla ev ve araç sahibi olarak, hatta kimileri özel ya da şirketleri adına jet ve yatlara sahip olarak hayatlarını sürdürürken hayatta kalmak için gayret gösteren insanlardan yeni bir ekonominin gereklerini yerine getirmeleri için feragatte bulunmalarını istemesi iki yüzlülük olarak görülmektedir. Bunun yanında ekoloji dostu ürünlerin çoğu halen geleneksel olanlardan daha pahalıdırlar. Bu durumda gelişmekte olan ülkelerin vatandaşları ödeyebilecekleri şeyler için verilen mücadele ile gezegeni yok etme suçluluğu arasında sıkışıp kalmaktadırlar. Bu ise yeşil ekonomiye geçişin önündeki en önemli motivasyon azaltıcı etki olarak görülmektedir. Dolayısıyla bizim gibi gelişmekte olan ülkelerdeki işletme sahip ve yöneticileri gereken adımları atmakta ve yatırım planı yapmakta geç kalma ve rekabet avantajını kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu durumda ikinci tehdidi yeşil bir ekonomi olmak için katlanılan yükümlülüklerin adil olmaması durumunda ortaya çıkacak direnç ve rekabet dezavantajı olarak dile getirebiliriz.
 
Buradaki adalet, özellikle düşük karbonlu, kaynakları verimli kullanan ve sosyal olarak kapsayıcı bir ekonomiye adil bir geçişin sağlanmasında, küresel ve ülke düzeyinde eşitlik boyutlarının tanımlanması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla yeşil ekonomi kavramını dayatılan şekliyle yeniden gözden geçirmemiz şart. Servetlerini aynı kaynaklardan elde eden gelişmiş ülkelerin, şimdi diğerlerini kendilerinin zarar görmeden geçtiği yollarda yürümelerini yasaklayarak özellikle gelişmekte olan ülkelerin rekabet avantajı kazanmasını engelleyecek şekilde yeni bir dizi standart dayatması temelde adaletsizdir.
 
Ancak bu adaletsizliği görüp mevcut şartlar altındaki gelirlerden memnun bir şekilde sessizce işini yürütmek ise gezegenimizi gelecekte yaşanmaz bir yer haline getirme tehdidini beraberinde getirmektedir. O halde hem gezegenimiz hem de ekonomimiz (bu hem işletme gelirlerini hem de toplumu ilgilendirmektedir) için bir şeyler yapılması gerektiği ortadadır ki sürdürülebilirlik denen kavram tam olarak da budur.
Madem gelişmekte olan bir ülke olarak yeşil ekonomiye geçiş sürecinde dezavantajlı durumdayız, o halde susup oturarak kaderimizi beklemek yerine altyapı yatırımlarının büyük maliyetlerine girmeksizin neler yapabileceğimizi gözden geçirelim. Bunlardan birisi karasal taşımacılıkta atılacak adımlardır. Bilindiği üzere taşımacılık şu anda artan küresel ısınmanın, sağlık sorunlarının ve gaz emisyonunun en belirgin nedeni olarak kabul edilmektedir ki özellikle kara taşımacılığı bu alanın günah keçisi konumundadır. Bu nedenle yük konsolidasyonu ve rota optimizasyonuyla bir yandan daha düşük emisyon salınımına neden olurken diğer taraftan yaratılan ölçek ekonomisiyle maliyetleri düşürerek ilave gelirlerin keyfini sürebiliriz ya da diğerlerinden daha uygun şartlarda ve yeşil etiketli hizmet sunumu yaparak rekabet avantajı kazanabiliriz. Buradan elde edeceğimiz gelirlerin bir kısmını da yeşil ekonomi için gereken altyapı yatırımlarının desteklenmesi için kullanabiliriz.
 
Bu noktada karşımıza ilk olarak yük konsolidasyonunun yapılabileceği, birbirlerine demiryolu ağıyla irtibatlanmış ve yeri sanayi ve tüketim merkezleri destekleyecek şekilde stratejik olarak seçilmiş lojistik merkezlere olan ihtiyaç çıkmaktadır. Aynı cümlenin içinde diğer gereksinim kendi kendini göstermektedir ki bu da karayolu taşımacılığını kısa mesafede toplama ve dağıtım için kullanırken uzun mesafeli karasal taşımacılıkta demiryolundan daha fazla istifade etmektir. Diğer taraftan dünyadaki yük taşımacılığının hacimsel olarak %80’inden fazlasının denizyoluyla gerçekleştiğini dikkate alarak limanların iltisak hatlarının tamamlanması ihtiyacı da yeşil ekonomiye geçiş anlamında
bir zorunluluk olduğu ortadadır. Limanlarımızda devam etmekte olan “yeşil sertifika” girişimlerinin rakipler yapıyor bizde yapalım anlayışı yerine daha stratejik temele oturtularak yapılması da en büyük arzumuzdur.
 
Küresel ısınmanın hedef tahtasındaki karasal taşımacılığa geri dönersek, şüphesiz karasal taşımacılığın düğüm noktası olan lojistik merkezler aynı zamanda çapraz sevkiyat merkezi olarak da istifade edileceği ortadadır. Bu uygulamaların mal akışlarını ne derece hızlandırdığı ve birçok noktada verimlilik kaynaklı maliyet avantajı yarattığı artık bilinmektedir. Ancak, gerek konsolidasyon ve dağıtım merkezi olarak gerekse çapraz sevkiyat merkezi olarak etkin ve verimli faaliyet gösterebilmek lojistik yeteneklerle birlikte güçlü bir dijital altyapıya da gereksinim göstermektedir. Özellikle uçtan uca entegre bir sistemdeki mal akış faaliyetlerini planlayabilecek, yürütebilecek ve kontrol edebilecek dijital uygulamalar sistem üzerindeki tüm paydaşların tam zamanlı ve doğru bir bilgi akışıyla beslenmesini sağlayarak gecikmeleri, beklemeleri hatalı veri akışını ortadan kaldırarak kamçı etkisi olarak bilinen olumsuz sonuçları ortadan kaldırabilecektir.
Son olarak taşımacılık ve onunla yüksek ilintili olarak depolama firmalarının yalın prensipleri stratejik bir anlayışla uygulamaya koyması çoğunlukla büyük bir maliyete katlanmaksızın akışların hızlanması ve başta envanter olmak üzere operasyonel maliyetlerin düşmesi sonucunu ortaya çıkartacaktır. Fakat bu konu başlı başına bir dizi yazıyla anlatılacak genişlikte olması nedeniyle şimdilik detayına
girmeyelim.
 
Bu yazıda yeşil ekonomi yeni nesil kapitalizm mi yoksa gerçekten gezegenimizin geleceğini kurtarma ihtimali bulunan bir girişim mi tartışmalarına girmeksizin mevcut durumu ve onun yarattığı tehditleri kısaca inceleyerek bugün bile yapılabilecek olanları sıralamaya çalıştık. Ekonomik anlamda sorunlar yaşadığımız bugünlerde, verimlilik artırıcı uygulamaları hem bugünü hem de geleceği kurtarabilecek
hamleler çerçevesinde atmayı başarabilirsek geleceğimiz için hem ekolojik hem de ekonomik açıdan güzel başlangıçlara fırsat yaratabiliriz.
 
Dostçakalın.
 
  • Bu yazı 9044 defa okunmuştur.
  FACEBOOK YORUM
Yorum

  YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARŞİVİ
Tüm Anketler
Web sitemize nasıl ulaştınız?
BİZİ TAKİP EDİN
YUKARI