Türkiye’nin ekonomik coğrafyası uzun yıllar boyunca merkezî kararların belirlediği bir kalkınma anlayışıyla şekillendi. Büyükşehirler, özellikle de İstanbul, Ankara ve İzmir, yatırım, sanayi ve istihdamın yoğunlaştığı merkezler olurken; Anadolu’nun pek çok bölgesi kamu yatırımlarından sınırlı pay alabildi. Bu dengesizliğin sonuçları bugün bile açıkça görülüyor: göç, bölgesel gelir farkları, altyapı eksiklikleri ve sosyal hizmetlerdeki eşitsizlik. Ancak son yıllarda dünyada olduğu gibi Türkiye’de de “desantralizasyon”, yani karar alma ve kaynak kullanımının yerelleştirilmesi eğilimi, kalkınma politikalarının yeni eksenini oluşturuyor.
Desantralizasyon, yalnızca bir yönetim biçimi değil; aynı zamanda ekonomik ve toplumsal kalkınmanın demokratikleşmesidir. Bölgesel kalkınma projelerinde bu ilkenin uygulanması, kararların yerel düzeyde alınmasını, kaynakların bölgenin önceliklerine göre yönlendirilmesini ve projelerin halkın katılımıyla şekillenmesini sağlar.
Merkezî planlama, geçmişte önemli altyapı yatırımlarının koordinasyonunda başarılı olsa da yerel ihtiyaçların tam olarak karşılanmasında çoğu zaman yetersiz kaldı. Zira Konya Ovası ile Doğu Karadeniz’in dağlık yapısı, ya da Ege kıyılarının turizm potansiyeli ile İç Anadolu’nun tarım dinamikleri aynı kalıba sığmaz. Her bölgenin sosyo-ekonomik yapısı, doğal kaynakları ve kültürel değerleri farklıdır. Desantralizasyon bu farklılıkları birer avantaja dönüştürmeyi hedefler.
Avrupa Birliği’nin “bölgesel uyum politikası” örneğinde olduğu gibi, yerel yönetimlerin kalkınma süreçlerine aktif katılımı hem ekonomik etkinliği hem de sosyal katılımı artırır. Türkiye’de bu anlayışın kurumsal karşılığı Kalkınma Ajanslarıdır. 2006 yılında kurulan 26 bölgesel ajans, yerel paydaşlarla birlikte bölgesel stratejiler geliştirerek yatırım, girişimcilik ve istihdamı destekliyor. Ancak bu modelin başarıya ulaşabilmesi için ajansların finansal özerkliğini güçlendirmek ve karar alma süreçlerinde daha fazla yerel temsile olanak sağlamak gerekiyor.
Desantralizasyon, sadece yönetimsel bir devri değil, aynı zamanda ekonomik ve idari sorumluluğun da paylaşımını içerir. Merkezi idare, genel çerçeveyi ve denetimi sürdürürken; yerel yönetimler kendi bölgesel önceliklerine göre yatırım planları hazırlayabilir. Örneğin, Doğu Anadolu’da hayvancılığa dayalı bir kırsal kalkınma modeli oluşturmak veya Akdeniz’de tarımsal üretimle turizmi entegre eden bir kalkınma stratejisi geliştirmek, en iyi yerel aktörlerin bilgi birikimiyle mümkündür.
Bu süreçte yerel üniversiteler, sanayi odaları, kooperatifler ve sivil toplum kuruluşları da aktif bir rol üstlenir. Karar alma mekanizmalarında bu kurumların temsili, bölgesel projelerin hem gerçekçi hem de sürdürülebilir olmasını sağlar. Çünkü kalkınma yalnızca sermaye yatırımı değil; aynı zamanda bilgi, iş birliği ve güven ortamı gerektirir. Desantralizasyon bu üç unsuru yerel düzeyde bir araya getirebilen bir yönetişim kültürü yaratır.
Yerinden kalkınmanın en önemli ayağı finansal desantralizasyondur. Yani bölgelerde toplanan kaynakların belirli bir kısmının yine o bölgede kullanılması. Türkiye’de vergi gelirlerinin büyük çoğunluğu merkezi bütçeye aktarılmakta, yerel yönetimlerin payı ise sınırlı kalmaktadır. Bu durum, bölgesel kalkınma projelerinin sürekli olarak merkezi onaya ve kaynak aktarımına bağımlı hale gelmesine neden olur.
Finansal özerkliğin artırılması, yerel yönetimlerin hem planlama hem de uygulama kapasitesini güçlendirir. Yerel bütçelerle yürütülen altyapı, tarım destekleri veya girişimcilik programları, bölgesel kalkınmayı daha doğrudan ve hızlı biçimde etkiler. Bunun yanı sıra, bölgesel fonların adil dağılımı, yatırımcılar için öngörülebilir bir ortam yaratır.
Günümüzde desantralizasyon yalnızca yönetimsel bir ilke olmaktan çıkıp dijital teknolojilerle de güçleniyor. Akıllı şehir sistemleri, veri tabanlı planlama araçları ve coğrafi bilgi sistemleri, yerel yönetimlerin planlama kapasitesini artırıyor. Tarımsal verimlilikten enerji kullanımına kadar birçok alanda yerel veriye dayalı karar alma mekanizmaları oluşturmak mümkün hale geldi.
Ayrıca e-katılım platformları sayesinde vatandaşlar artık yalnızca seçim dönemlerinde değil, proje planlama süreçlerinde de söz sahibi olabiliyor. Bu dijital desantralizasyon, yerindelik ilkesini daha şeffaf ve katılımcı hale getiriyor.
Desantralizasyonun başarısı, iki temel ilkenin dengelenmesine bağlıdır: eşitlik ve verimlilik. Merkezî idare, ulusal ölçekte fırsat eşitliğini korumakla yükümlüdür; ancak aynı zamanda yerel düzeyde verimliliği teşvik edecek özgürlük alanlarını da açmalıdır. Aksi takdirde bazı bölgeler hızla kalkınırken, diğerleri geri kalmaya devam eder. Bu nedenle desantralizasyon süreci, güçlü bir izleme ve koordinasyon mekanizmasıyla desteklenmelidir.
Türkiye’nin kalkınma hedefleri doğrultusunda desantralizasyon, sadece ekonomik büyüme değil; aynı zamanda toplumsal bütünleşme, demokratikleşme ve bölgesel dayanışma açısından da stratejik bir araçtır.
Bölgesel kalkınma projelerinde desantralizasyon, yerel potansiyeli harekete geçiren, kaynakları daha etkin kullanan ve halkı sürecin gerçek aktörü haline getiren bir modeldir. Merkezî planlama ile yerel inisiyatifin dengeli biçimde buluştuğu bir sistem, Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma yolculuğunda yeni bir sayfa açabilir.
Kısacası, kalkınmayı sadece harita üzerinde değil, insanın yaşadığı yerde, kendi emeğiyle ve kendi öncelikleriyle şekillendirmek gerekiyor. Desantralizasyon, tam da bu anlayışın çağdaş adıdır: yerinden başlayan, katılımcı ve kalıcı bir kalkınmanın yolu.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
Zaferozcivan59@gmail.com