Küresel ekonominin yönünü belirleyen yeni güç dinamikleri, artık üretim kapasitesi ya da doğal kaynak zenginliğiyle değil; bilgi, teknoloji ve yenilikçilikle ölçülüyor. Bu dönüşüm sürecinde “araştırma-geliştirme (Ar-GE)” ve “inovasyon” kavramları, ülkelerin sürdürülebilir kalkınma stratejilerinin merkezine oturmuş durumda. Türkiye açısından da Ar-GE ve inovasyon ekosisteminin güçlendirilmesi, yalnızca sanayide verimlilik artışı sağlamakla kalmıyor; aynı zamanda yüksek katma değerli üretim, küresel rekabet gücü, beyin göçünün tersine çevrilmesi ve ekonomik bağımsızlığın derinleştirilmesi açısından stratejik önem taşıyor.
Türkiye son yıllarda Ar-GE harcamalarını artırma konusunda önemli adımlar attı. TÜİK verilerine göre Ar-GE harcamalarının GSYH içindeki payı 2023 itibarıyla %1,4’e yükseldi. Ancak bu oran, OECD ortalamasının hâlâ altında. Dolayısıyla hedef, bu rakamı orta vadede %2,5 seviyesine çıkarmak olmalı. Bu artışın yalnızca bütçesel bir kalem olarak değil, bir zihniyet dönüşümünün parçası olarak ele alınması gerekiyor.
Ar-GE kültürü; üniversiteler, özel sektör ve kamu kurumları arasında güçlü bir sinerjiyle gelişebilir. Üniversitelerin araştırma kapasitesini sanayiyle buluşturacak yapılar —örneğin teknoloji transfer ofisleri ve teknoparklar— bu noktada kritik rol oynuyor. Ancak hâlâ birçok üniversite-sanayi iş birliği, proje bazlı ve geçici nitelikte kalıyor. Oysa sürdürülebilir bir inovasyon ekosistemi için, kalıcı ortak araştırma merkezleri ve uzun vadeli stratejik iş birlikleri oluşturulmalı.
Devletin rolü, doğrudan üretici olmaktan ziyade, inovatif faaliyetleri teşvik eden bir “ekosistem tasarımcısı” olmaktır. Bu anlamda Türkiye’de TÜBİTAK, KOSGEB, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı gibi kurumların sağladığı destek programları, girişimciler için önemli bir motivasyon kaynağı. Ancak teşviklerin daha etkili kullanılabilmesi için bürokratik süreçlerin azaltılması, fon dağıtımında performans esaslı bir sistemin geliştirilmesi ve özel sektör yatırımlarının daha fazla yönlendirilmesi gerekiyor.
Özellikle girişim sermayesi fonlarının güçlendirilmesi, start-up ekosisteminin büyümesi açısından hayati öneme sahip. Türkiye’de son yıllarda oyun teknolojileri, savunma sanayii ve finans teknolojileri alanlarında öne çıkan girişimler, doğru bir ekosistem oluşturulduğunda küresel başarıların da mümkün olduğunu gösteriyor. Ancak bu başarıların istikrarlı hale gelmesi için, yenilikçi fikirlerin erken aşamada finansman bulabileceği güçlü bir sermaye altyapısına ihtiyaç var.
İnovasyonun kalbi, bilginin ekonomik değere dönüşmesinde atıyor. Üniversitelerde üretilen bilginin, sanayinin ihtiyacına cevap verebilecek biçimde ticarileştirilmesi, Türkiye’nin önümüzdeki dönemdeki en önemli hedeflerinden biri olmalı. Bu kapsamda, teknoparklarda faaliyet gösteren firmaların yalnızca üretim değil, aynı zamanda Ar-GE merkezli bir yapıya kavuşması gerekiyor.
Ayrıca, araştırmacı insan kaynağının niteliği de inovasyon performansını doğrudan etkiliyor. Genç araştırmacıların yurtdışına gitmek yerine Türkiye’de kalmasını sağlayacak cazip akademik ve finansal koşullar oluşturulmalı. Beyin göçünün tersine çevrilmesi, yalnızca maaş politikalarıyla değil, özgür ve yaratıcı bir araştırma ortamıyla da mümkündür. Bilimsel merakın teşvik edildiği, fikirlerin özgürce geliştirildiği bir ortam, inovasyonun en verimli zeminidir.
Günümüzün inovasyon politikaları artık yalnızca sanayi üretimini değil, dijitalleşme ve sürdürülebilirlik hedeflerini de kapsıyor. Yapay zekâ, nesnelerin interneti, büyük veri analitiği, yenilenebilir enerji teknolojileri ve döngüsel ekonomi uygulamaları; Türkiye’nin gelecekteki Ar-GE odaklarının başında gelmeli.
Dijital dönüşümle birlikte üretim süreçlerinin akıllı hale gelmesi hem maliyetleri düşürecek hem de ihracatta rekabet avantajı yaratacaktır. Öte yandan, yeşil dönüşüm politikalarıyla uyumlu inovasyon faaliyetleri, Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi uluslararası ticaret rejimlerine entegre olmanın da anahtarıdır. Türkiye, iklim dostu üretim teknolojilerini ve enerji verimliliği odaklı Ar-GE projelerini destekleyerek, küresel değer zincirlerinde daha yüksek bir konuma yükselebilir.
Ar-GE ve inovasyon ekosisteminin güçlenmesi, yalnızca laboratuvarlarda değil; toplumun genelinde “yenilikçi düşünme” kültürünün gelişmesiyle mümkündür. Bu da eğitimin her kademesinde problem çözme, eleştirel düşünme ve yaratıcılığı merkeze alan bir yaklaşım gerektirir.
Okul öncesinden üniversiteye kadar uzanan eğitim sürecinde, proje temelli öğrenme yöntemleri, robotik kodlama, tasarım odaklı düşünme ve STEM eğitimi yaygınlaştırılmalıdır. Gençlerin kendi fikirlerini hayata geçirebileceği atölye ortamları, girişimcilik kulüpleri ve ulusal inovasyon yarışmaları, yenilikçi kapasitenin erken yaşta filizlenmesini sağlar.
Ayrıca, toplumun genelinde inovasyona duyulan güvenin artması da önemli. Başarısızlığın bir “öğrenme süreci” olarak görüldüğü, girişimciliğin riskle birlikte değer kazandığı bir kültürel dönüşüm, inovasyon ekosisteminin sürdürülebilirliğini güçlendirir.
Ar-GE ve inovasyon, artık lüks bir politika tercihi değil; kalkınmanın zorunlu bileşenidir. Türkiye, bilgiye dayalı ekonomiye geçiş sürecinde güçlü bir altyapıya, genç ve dinamik bir nüfusa, teknolojiye hızlı uyum sağlayabilen bir iş gücüne sahip. Bu potansiyeli harekete geçirmek için, bilimsel üretim ile ekonomik üretim arasındaki köprüyü güçlendirmek, finansman mekanizmalarını sadeleştirmek ve yenilikçiliği teşvik eden bir kültür inşa etmek gerekiyor.
Güçlü bir Ar-GE ve inovasyon ekosistemi, Türkiye’yi sadece teknoloji ithal eden değil, teknoloji üreten ve ihraç eden bir ülke konumuna taşıyacaktır. Bu ise geleceğin Türkiye’sinin refahını, rekabet gücünü ve bağımsızlığını belirleyecek en temel unsur olacaktır.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
Zaferozcivan59@gmail.com