Ekonomik yönetim, uzun yıllar boyunca merkezi karar alma anlayışıyla şekillendi. Ancak günümüz dünyasında, ekonomik süreçlerin tek merkezden belirlenmesi artık yeterli değil. Küreselleşme, dijitalleşme ve toplumsal beklentilerin çeşitlenmesiyle birlikte, ekonomik kararların çok boyutlu bir yapı içinde değerlendirilmesi gerekiyor. İşte tam bu noktada, paydaş katılımı kavramı, sadece yönetişim anlayışının değil, ekonomik başarının da temel unsuru olarak öne çıkıyor.
Paydaş katılımı, en basit tanımıyla, ekonomi politikalarının planlanması ve uygulanmasında ilgili tüm tarafların sürece dahil edilmesi anlamına geliyor. Bu paydaşlar; kamu kurumlarından özel sektöre, akademiden sivil topluma, çalışanlardan tüketicilere kadar geniş bir kesimi kapsıyor. Katılımın amacı, karar alma sürecine çok seslilik, bilgi derinliği ve toplumsal meşruiyet kazandırmak. Zira ekonomi sadece rakamlardan değil, insanlardan, üretimden ve güven ilişkilerinden oluşan bir sistemdir.
Paydaş katılımı, yalnızca demokratik bir hak değil; ekonomik etkinlik açısından da önemli bir araçtır. Farklı aktörlerin sürece dahil edilmesi, kararların daha rasyonel, uygulanabilir ve sürdürülebilir olmasını sağlar. Örneğin, istihdam politikaları yalnızca kamu otoriteleri tarafından belirlenirse, işgücü piyasasının dinamikleri yeterince dikkate alınmayabilir. Oysa işveren örgütleri, sendikalar ve eğitim kurumlarının katkısıyla geliştirilen politikalar, hem işgücü arz-talep dengesini gözetir hem de beceri uyumsuzluğunu azaltır.
Benzer şekilde, sanayi politikalarının tasarımında sektörel birliklerin, yatırımcı derneklerinin ve yerel yönetimlerin görüşlerinin alınması, kaynak tahsisinde israfı önler. Bu katılım modeli, “ekonomik yönetişim” kavramını güçlendirir; yani ekonominin sadece “devlet eliyle” değil, “toplumsal ortak akıl” ile yönetilmesini sağlar.
Avrupa Birliği’nde uygulanan “çok düzeyli yönetişim” modeli bu anlayışa iyi bir örnektir. AB Komisyonu’nun hazırladığı sanayi veya çevre politikalarında, iş dünyası temsilcileri, sivil toplum kuruluşları, akademisyenler ve yerel yönetimler doğrudan sürece katılır. Bu mekanizma, sadece politika kalitesini artırmakla kalmaz, uygulamada karşılaşılabilecek toplumsal tepkileri de minimize eder.
Türkiye’de son yıllarda ekonomik planlama süreçlerinde paydaş katılımı konusunda önemli adımlar atıldı. Kalkınma planlarının hazırlanmasında, özel sektör temsilcileri ve akademik kurumların görüşleri alınmaya başlandı. Ayrıca, bölgesel kalkınma ajansları aracılığıyla yerel düzeyde paydaşların katkısı artırıldı. Yine de bu katılımın birçok alanda biçimsel düzeyde kaldığı, yani “dinlenip geçilme” aşamasında tıkandığı görülüyor.
Gerçek bir katılım modeli için, alınan görüşlerin somut politikalara dönüşmesi ve bu sürecin şeffaf biçimde kamuoyuna açıklanması gerekiyor. Aksi halde, paydaş katılımı bir vitrin faaliyetine dönüşebilir. Bu noktada, özellikle KOBİ’lerin, kooperatiflerin ve genç girişimcilerin sürece dahil edilmesi hayati öneme sahip. Çünkü ekonomideki yenilik, dinamizm ve istihdam yaratma potansiyeli büyük ölçüde bu kesimlerden geliyor.
Bir diğer eksiklik, sivil toplumun ekonomik karar süreçlerinde yeterince temsil edilmemesi. Oysa çevresel, sosyal ve kültürel boyutları olan ekonomik projelerde, yerel toplulukların ve çevre örgütlerinin görüşü alınmadığında, projeler uygulama aşamasında ciddi dirençlerle karşılaşabiliyor. Bu durum hem zaman hem kaynak kaybına neden oluyor. Dolayısıyla, ekonomik karar süreçlerinde sadece sermaye sahiplerinin değil, toplumun tüm kesimlerinin söz hakkına sahip olması gerekir.
Dijital dönüşüm, paydaş katılımını daha erişilebilir ve verimli hale getiriyor. Artık birçok ülke, ekonomi politikalarının tasarımında çevrimiçi istişare platformlarını kullanıyor. Örneğin, bir vergi reformu önerisi ya da yatırım teşvik düzenlemesi kamuoyuna açılıyor, vatandaşlar ve kurumlar bu platformlar üzerinden görüşlerini paylaşıyor. Bu süreç, hem veri temelli karar alma kültürünü güçlendiriyor hem de vatandaşların ekonomiye güvenini artırıyor.
Türkiye’de de benzer bir yaklaşımın yaygınlaştırılması, ekonomik yönetimin demokratik niteliğini güçlendirebilir. Kamu kurumları, sektörel dernekler ve üniversiteler arasında kurulan dijital iş birliği ağları, özellikle bölgesel kalkınma, yeşil dönüşüm ve teknolojik üretim gibi alanlarda politika kalitesini yükseltebilir.
Dijital katılım, aynı zamanda ekonomik kapsayıcılığı artıran bir unsur. Kadın girişimciler, kırsal bölgelerdeki üreticiler ya da genç girişimciler, bu tür platformlar aracılığıyla doğrudan fikirlerini sunabilir, destek politikalarının yönünü etkileyebilir. Bu katılım kültürü, uzun vadede yalnızca politika kalitesini değil, ekonomik adaleti de güçlendirir.
Geleceğin ekonomileri, yalnızca büyüklükleriyle değil, katılım derinlikleriyle ölçülecek. Ekonomik büyümenin nitelikli, yeşil ve kapsayıcı olabilmesi için paydaşların sistematik biçimde sürece dahil edilmesi şart. Bu nedenle ülkeler artık yalnızca makro göstergelere değil, “katılım endekslerine” de önem veriyor. Örneğin, OECD ülkelerinde politika kalitesinin ölçümünde “katılım seviyesi” bir gösterge olarak değerlendiriliyor.
Türkiye’nin de bu doğrultuda, ekonomi yönetiminde daha kurumsal ve sürekli bir paydaş mekanizması oluşturması gerekiyor. Ekonomi Şûraları, sektörel danışma konseyleri ve dijital katılım platformları düzenli hale getirilmeli; bu yapıların karar alma süreçleriyle doğrudan bağlantısı kurulmalı.
Ekonomide güven, öngörülebilirlik ve toplumsal meşruiyet, katılımcı bir yönetişim kültürüyle güçlenir. Paydaş katılımı, sadece fikir almak değil, birlikte üretmek anlamına gelir. Bu anlayış yerleştiğinde, ekonomik politikalar sadece rakamlarda değil, toplumun her kesiminde karşılığını bulur.
Sonuç olarak, paydaş katılımı, ekonomik büyümenin “yumuşak gücü” olarak tanımlanabilir. Sermaye, emek, bilgi ve toplumsal bilinç bir araya geldiğinde, ekonomi yalnızca büyümez — aynı zamanda güvenilir, adil ve sürdürülebilir hale gelir. Türkiye’nin geleceğe yönelik en büyük sermayesi, tam da bu katılımcı kültürü inşa etme kapasitesinde yatıyor.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
Zaferozcivan59@gmail.com