Devletler için stratejik kapasite, yalnızca savunma ya da dış politika alanıyla sınırlı değildir. Enerji güvenliği, gıda arz zincirinin yönetimi, iklim değişikliğiyle mücadele, dijital dönüşüm, yapay zekâ politikaları ve demografik değişimlerin yönetimi gibi alanlar da stratejik kapasitenin parçasıdır. Örneğin Avrupa Birliği, 2020 sonrasında stratejik özerklik kavramını öne çıkararak kendi tedarik zincirlerini güçlendirme ve teknoloji bağımlılığını azaltma yönünde adımlar attı. Bu, stratejik kapasiteyi küresel rekabet gücüyle doğrudan ilişkilendiren bir anlayışın göstergesidir.
Türkiye açısından da stratejik kapasite tartışması, son yıllarda daha görünür hale gelmiştir. Savunma sanayii yatırımları, yerli enerji üretimi, dijital devlet uygulamaları ve afet yönetimi alanında geliştirilen sistemler, bu kapasitenin güçlendirilmesine yöneliktir. Ancak stratejik kapasite yalnızca teknolojik ya da altyapısal güçle sınırlı değildir; aynı zamanda kurumsal işleyişin kalitesi, veri temelli karar süreçleri ve kamusal hesap verebilirlik mekanizmalarının etkinliğiyle de ilgilidir.
Küresel ekonomide rekabetin doğası değiştikçe, stratejik kapasite özel sektör için de bir “hayatta kalma” faktörüne dönüşmüştür. Kriz dönemlerinde şirketlerin ayakta kalabilmesi, sadece mali güce değil; aynı zamanda stratejik düşünme yeteneğine, risk yönetimi pratiklerine ve yenilik kapasitesine bağlıdır. Pandemi süreci, birçok kurumun stratejik kapasitesini gerçek anlamda test etti. Esnek üretim modellerine geçebilen, dijital kanalları etkin kullanan, tedarik zincirlerini yeniden tasarlayabilen şirketler ayakta kaldı; diğerleri ise pazar dışına itildi.
Bu noktada “stratejik kapasite” ile “yönetsel kapasite” arasındaki fark da önemlidir. Yönetsel kapasite daha çok operasyonel süreçleri verimli yürütme becerisini ifade ederken, stratejik kapasite daha geniş bir vizyonu, uzun vadeli hedefleri ve değişime uyum sağlama kabiliyetini kapsar. Dolayısıyla stratejik kapasite, bir kurumun yalnızca bugünü değil, geleceği de yönetebilme yeteneğidir.
Küresel krizlerin giderek sıklaştığı bir çağda, dayanıklılık (resilience) kavramı stratejik kapasitenin doğal bir uzantısı haline gelmiştir. İklim krizi, enerji arzındaki dalgalanmalar, jeopolitik gerginlikler, siber saldırılar ve küresel salgınlar gibi çok boyutlu tehditler, ülkelerin ve kurumların stratejik reflekslerini test ediyor. Yüksek stratejik kapasiteye sahip aktörler, bu tür krizlerde yalnızca hasarı sınırlamakla kalmaz, aynı zamanda yeni fırsatlar da yaratabilir.
Bu bağlamda, stratejik kapasite sadece bir savunma mekanizması değil; aynı zamanda dönüşüm üretme kapasitesidir. Örneğin Japonya’nın 1990’larda yaşadığı ekonomik durgunluk, stratejik düşünme biçimini kökten değiştirerek inovasyon ve kalite yönetimi alanlarında yeni bir kültürün doğmasına yol açtı. Benzer şekilde, Güney Kore’nin krizlerden sonra eğitim ve teknolojiye yaptığı yatırımlar, stratejik kapasitenin uzun vadeli kalkınmayı nasıl besleyebileceğinin en somut örneklerinden biridir.
Türkiye’nin önümüzdeki dönemde stratejik kapasitesini artırmak için üç alanda ilerlemesi kritik görünüyor: veriye dayalı politika üretimi, kurumsal koordinasyonun güçlendirilmesi ve insan kaynağının stratejik yetkinliklerle donatılması. Özellikle yapay zekâ, enerji dönüşümü, gıda güvenliği ve afet risk yönetimi gibi alanlarda entegre planlama yaklaşımları, ülkenin stratejik kapasitesini belirleyecek temel eksenler olacak.
Ayrıca, stratejik kapasite yalnızca kamu kurumlarının değil; üniversitelerin, özel sektörün ve sivil toplumun ortak üretimiyle gelişir. Bu nedenle Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda “ortak stratejik akıl” kültürünü kurumsallaştırması büyük önem taşır. Zira stratejik kapasite, bireysel başarıların değil; sistematik dayanıklılığın ürünüdür.
Sonuç
Stratejik kapasite, ülkelerin kaderini belirleyen görünmez bir sermayedir. Ne yalnızca askeri güçle ne de ekonomik büyüklükle ölçülebilir. Esasen, bir ülkenin krizler karşısında çözüm üretebilme, geleceği tasarlayabilme ve toplumsal uyumu koruyabilme kabiliyetidir. Bu nedenle, 21. yüzyılın rekabetinde kazananlar, stratejik kapasitesini bilgi, kurum ve vizyon üzerinden inşa edebilenler olacaktır. Türkiye gibi dinamik ve genç nüfusa sahip ülkeler için bu kapasiteyi güçlendirmek, sadece bir seçenek değil; geleceğe hazırlanmanın zorunlu koşuludur.