Sermaye Bağımlılığı

Ekonomist yazar
Not: Bu yazı, yazarın kişisel görüş ve değerlendirmelerini içermektedir.

Küresel ekonominin dinamikleri son yıllarda hızla değişirken, ülkeler arasındaki ilişkilerde de yeni bağımlılık biçimleri ortaya çıkıyor. Bu bağımlılıklardan biri, hatta belki de en belirgini, “sermaye bağımlılığıdır. Günümüz dünyasında finansal akımlar, doğrudan yatırımlar ve kredi ilişkileri yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi güç dengelerini de belirliyor. Sermayenin kimden geldiği, hangi koşullarda geldiği ve nereye yönlendirildiği, artık yalnızca piyasaların değil, devletlerin geleceğini de şekillendiren temel faktörler arasında yer alıyor.
Sermaye bağımlılığı, kısaca bir ülkenin ekonomik büyüme, yatırım veya dış ticaret dengesini sürdürebilmek için dış kaynaklara sürekli şekilde ihtiyaç duyması anlamına gelir. Özellikle gelişmekte olan ekonomilerde bu durum hem finansal kırılganlıkların hem de politika bağımlılıklarının temel kaynağı haline gelir. Dış sermayeye olan aşırı bağımlılık, kısa vadede büyüme rakamlarını desteklese de uzun vadede yapısal bir dengesizlik yaratır: Üretim ekonomisi yerine finansal akımlara yaslanan, kendi tasarruf kapasitesi yetersiz, dış borç sarmalı içinde kırılgan bir ekonomi modeli.

Küresel Finansın Görünmez Ağları

Küresel sermaye, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren üretimden çok finansallaşma eğilimine yöneldi. Artık ülkeler arasındaki sermaye akımları, fabrika yatırımlarından ziyade kısa vadeli portföy hareketleri, spekülatif fonlar ve tahvil piyasaları üzerinden gerçekleşiyor. Bu durum, ekonomileri daha oynak hale getiriyor. Bir ülkeye sıcak para girişi olduğunda borsa yükseliyor, yerel para birimi değer kazanıyor, ithalat ucuzluyor. Ancak bu para aniden çıkmaya başladığında aynı mekanizmalar tersine işliyor: kur şoku, enflasyon ve borç krizi…
Sermaye bağımlılığı tam da bu noktada devreye giriyor. Bir ülke, büyümesini sürdürebilmek için sürekli dış kaynak çekmek zorundaysa, yatırımcı güvenini korumak amacıyla mali disiplin, faiz politikası ve hatta hukuk düzeni üzerinde bile baskı hisseder. Bu, görünmez ama çok güçlü bir bağdır. Uluslararası finansal kuruluşlar, derecelendirme şirketleri ve büyük yatırım fonları, ülkelerin ekonomik politikalarını dolaylı olarak yönlendirebilir. Kısacası, modern çağda “sermaye bağımlılığı” yalnızca bir ekonomik durum değil, aynı zamanda bir egemenlik sorunudur.

Gelişmekte Olan Ülkelerin Kısır Döngüsü

Türkiye, Latin Amerika ülkeleri, Güney Afrika veya Endonezya gibi gelişmekte olan ekonomiler, uzun yıllardır sermaye bağımlılığının farklı biçimleriyle mücadele ediyor. Tasarruf oranlarının düşük, cari açıkların ise kronik şekilde yüksek olduğu bu ülkelerde büyüme, genellikle dış finansmanla sağlanıyor.

Bu model, kısa vadede büyümeyi hızlandırsa da kalıcı bir refah yaratmıyor. Çünkü dış kaynakla finanse edilen büyüme, döviz kurlarına, dış talebe ve küresel faiz oranlarına bağımlı hale geliyor. Küresel faizler yükseldiğinde veya risk iştahı azaldığında, bu ülkeler sermaye çıkışlarıyla sarsılıyor. Böyle dönemlerde, para birimleri hızla değer kaybederken, borç yükü artıyor ve kamu maliyesi baskı altına giriyor.
Bir diğer önemli unsur da teknoloji ve bilgi bağımlılığıdır. Dış sermaye, çoğu zaman kendi know-how’ı ve tedarik zinciriyle birlikte gelir. Bu da yerli sanayinin gelişimini sınırlayabilir. Örneğin, yabancı yatırımcılar genellikle yüksek katma değerli üretimi kendi ülkelerinde tutarken, gelişmekte olan ülkelere daha düşük teknolojiye dayalı, montaj ağırlıklı üretim süreçlerini taşırlar. Bu da uzun vadede “bağımlı kalkınma” modelini derinleştirir.

Sermaye Bağımlılığının Politik Boyutu

Ekonomik bağımlılığın siyasi sonuçları da göz ardı edilemez. Sermaye hareketlerinin kontrolsüzleştiği bir dünyada, finansal sistemin merkezinde yer alan ülkeler —başta ABD ve Avrupa— politik nüfuzlarını da bu yolla artırıyor. IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar, kriz dönemlerinde sundukları finansman karşılığında sıkı mali programlar ve yapısal reform şartları getiriyor. Bu da birçok ülkenin kendi ekonomik önceliklerini belirleme özgürlüğünü kısıtlıyor.
Bazı iktisatçılar, bu durumu “finansal emperyalizm” olarak tanımlıyor. Çünkü sermaye, artık yalnızca mal ve hizmetlerin değil, politik tercihlerin de yönünü belirleyen bir güç. Sermaye bağımlılığı arttıkça, ülkeler dış borç verenlerin beklentilerine daha duyarlı hale geliyor. Merkez bankası bağımsızlığı, bütçe dengesi veya faiz politikası gibi konular, iç politika tartışmalarından ziyade dış yatırımcı beklentileri doğrultusunda şekillenmeye başlıyor.

Bağımlılıktan Dayanıklılığa: Çıkış Yolları

Sermaye bağımlılığından kurtulmanın yolu, dış kaynakları tamamen reddetmekten değil; onları üretken, sürdürülebilir bir yapıya yönlendirmekten geçer. Bunun için üç temel stratejik adım öne çıkar:
Yerli tasarruf oranlarının artırılması: Bireysel tasarrufu teşvik eden politikalar, sermaye birikimini iç kaynaklarla destekler. Vergi avantajları, uzun vadeli yatırım fonları ve emeklilik sistemleri bu açıdan kritik önemdedir.
Üretim ekonomisine dönüş: Finansal genişleme yerine, teknoloji odaklı üretim ve sanayi politikalarıyla büyümek gerekir. Yerli üretim kapasitesi arttıkça, dış borca olan ihtiyaç azalır.

Kurumsal güvenin güçlendirilmesi: Sermaye, en çok güven ortamında kalıcı olur. Hukukun üstünlüğü, öngörülebilir vergi politikası ve şeffaf kamu yönetimi hem yerli hem de yabancı yatırımcı için istikrarın temelidir.

Sonuç olarak, sermaye bağımlılığı yalnızca ekonomik bir olgu değil; toplumsal refah, siyasal egemenlik ve kalkınma vizyonu açısından da belirleyici bir unsurdur. Ekonomiler büyürken dış kaynaklardan faydalanabilir; ancak bunu kalıcı bir refah zeminine dönüştürebilenler, kendi sermayesini üretebilen, kendi rotasını çizebilen ülkelerdir. Küresel sistemde bağımsızlık artık sadece sınırları değil, sermayeyi de yönetebilme kapasitesini gerektiriyor.

Sermaye bağımlılığı, çağımızın görünmeyen zincirlerinden biridir. Zincirleri kırmak için ise yalnızca para değil; vizyon, üretim gücü ve kurumsal akıl gerekir. Çünkü gerçek bağımsızlık, sermayenin geldiği yere değil, nasıl kullanıldığına bakabilen ekonomilerin eseridir.

ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
Zaferozcivan59@gmail.com

Yayınlama: 25.12.2025
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.