Son yirmi yılda Türkiye, yalnızca bölgesel bir güç olmanın ötesine geçerek küresel ölçekte teknoloji ve savunma sanayisinde söz sahibi bir ülke haline geldi. Bu dönüşüm, yalnızca silah ve araç üretimiyle sınırlı değil; aynı zamanda yerli yazılım, yapay zekâ, insansız sistemler, uzay teknolojileri ve siber güvenlik gibi birçok alanda genişleyen bir ekosistemin ürünü. Bugün Türkiye, savunma sanayinde yüzde 80’e yaklaşan yerlilik oranı, kendi savaş uçağını, insansız hava araçlarını, deniz platformlarını ve roket sistemlerini geliştiren bir ülke olarak dikkat çekiyor.
Bu başarı hikayesinin ardında, devletin stratejik vizyonu, özel sektörün girişimcilik ruhu ve üniversite-sanayi iş birliklerinin giderek güçlenmesi yatıyor. 2000’lerin başında dışa bağımlı bir savunma yapısından, 2020’li yıllarda teknoloji ihraç eden bir ülke konumuna geçiş, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığının da önemli bir ayağını oluşturuyor.
Savunma sanayiinde atılan adımlar yalnızca askeri üstünlük değil, aynı zamanda teknoloji tabanlı bir kalkınma modelinin de habercisi. Çünkü savunma teknolojileri, genellikle sivil alanlarda da yeniliklerin önünü açan bir “teknoloji lokomotifi” işlevi görüyor. Türkiye’de de bu durum net bir şekilde görülüyor: insansız hava araçları (İHA) ve yapay zekâ sistemleri, tarımdan lojistiğe, ulaşımdan afet yönetimine kadar pek çok sektörde yenilikçi çözümlerin doğmasına zemin hazırlıyor.
Türkiye’nin savunma sanayisinde geldiği nokta, uzun soluklu bir milli stratejinin sonucudur. ASELSAN, TUSAŞ, ROKETSAN, HAVELSAN, STM ve BAYKAR gibi firmalar, bu dönüşümün öncüleri arasında yer alıyor. Bu kuruluşlar hem kamu hem özel sektör kaynaklarıyla geliştirilen projelerle Türkiye’nin savunma kabiliyetini adeta yeniden tanımladı.
Örneğin, Bayraktar TB2 ve AKINCI insansız hava araçları, Türkiye’yi dünyada bu alanda öncü ülkeler arasına soktu. Hâlihazırda 30’dan fazla ülkeye ihraç edilen Türk SİHA’ları, uluslararası medyada sıkça “oyun değiştirici” (game changer) olarak nitelendiriliyor. Bu araçlar yalnızca savunma sahasında değil, Türkiye’nin diplomatik ve ekonomik etkisinde de çarpan etkisi yarattı.
Benzer şekilde TUSAŞ’ın geliştirdiği KAAN (Milli Muharip Uçak) projesi, Türkiye’nin havacılıkta kendi sınıfında üretim yapan sayılı ülkelerden biri olmasını sağlayacak. Bu proje, teknoloji transferinden ziyade “tamamen yerli bilgi birikimiyle” yürütülmesi bakımından da stratejik önem taşıyor.
Deniz platformlarında MİLGEM (Milli Gemi) projesi, Türkiye’nin kendi savaş gemilerini tasarlayıp inşa edebilen sayılı ülkelerden biri olmasını sağladı. MİLGEM korvetleri yalnızca donanmada değil, uluslararası ihracat sahasında da Türkiye’ye önemli bir pazar kazandırdı.
Kara sistemlerinde Altay tankı, HİSAR ve SİPER hava savunma sistemleri, T-129 ATAK helikopteri gibi projeler, Türk savunma sanayisinin geniş ürün yelpazesini gösteriyor. Bu ürünlerin çoğu, zamanla NATO standartlarını karşılayan ve hatta birçok noktada aşan niteliklere ulaştı.
Savunma Sanayii Başkanlığı’nın verilerine göre, sektörün ihracat hacmi 2024 itibarıyla yaklaşık 6 milyar dolar seviyesine ulaştı. Bu rakam 2002’de yalnızca 250 milyon dolar civarındaydı. Yani 20 yılda 24 katlık bir artıştan söz ediyoruz. Ayrıca sektörde 3.000’in üzerinde yerli firma, doğrudan veya dolaylı biçimde üretim zincirine dahil durumda.
Savunma sanayisindeki başarı, Türkiye’de teknoloji girişimciliği ve Ar-GE kültürünün de hızla gelişmesini sağladı. Ankara’daki Teknopark Savunma Sanayi Kümesi, İstanbul’daki Teknopark İstanbul, Eskişehir ve Konya’daki havacılık kümelenmeleri, yüzlerce küçük ve orta ölçekli firmaya yenilikçi üretim alanı açtı.
Ayrıca, Yapay zekâ ve dijital savunma konularında HAVELSAN ve ASELSAN’ın yürüttüğü projeler, Türkiye’nin geleceğin savaş ve savunma doktrinlerine hazırlanmasını sağlıyor. Siber güvenlik, elektronik harp ve otonom sistemler gibi alanlarda geliştirilen yerli çözümler, artık yalnızca ithalatı ikame etmiyor; aynı zamanda ihracat kalemlerine dönüşüyor.
Bununla birlikte, Türkiye’nin uzay çalışmalarında da dikkat çekici ilerlemeler söz konusu. Türksat 6A uydusunun tamamen yerli mühendislikle geliştirilmesi, Türkiye’yi “uydu üretebilen 10 ülke” arasına sokacak. Aynı zamanda Milli Uzay Programı kapsamında 2030’a kadar Ay’a gönderilmesi planlanan yerli uzay aracı, Türkiye’nin teknoloji vizyonunun ne kadar iddialı olduğunu gösteriyor.
Bu noktada, teknoloji politikalarının yalnızca savunma eksenli değil, ekonomik çeşitlilik odaklı olarak ele alınması da büyük önem taşıyor. Çünkü savunma sanayiinde geliştirilen sensör, motor, yazılım ve yapay zekâ teknolojileri; tarım, sağlık, enerji ve ulaşım gibi alanlarda da kullanılıyor. Örneğin, İHA teknolojisinin sivil versiyonları artık tarımsal ilaçlama, orman yangını tespiti, trafik kontrolü ve doğal afet izleme çalışmalarında kullanılıyor.
Türkiye’nin teknoloji ve savunma alanındaki yükselişi, elbette bazı zorlukları da beraberinde getiriyor. Yüksek maliyetli Ar-GE süreçleri, dışa bağımlı kritik bileşenlerin (örneğin motor, yarı iletken, optik sistemler) yerlileştirilmesi ve nitelikli insan kaynağının korunması, sektörün önündeki temel sınavlar arasında.
Ancak bu zorluklar, aynı zamanda Türkiye için büyük fırsatlar da yaratıyor. Yerli motor projeleri (TEI-TF6000, GÖKBEY motoru), çip üretim girişimleri ve savunma teknolojilerinde yapay zekâ laboratuvarları, bu alandaki dış bağımlılığı azaltacak stratejik adımlar olarak öne çıkıyor.
Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı’nın 2030 vizyonunda, yalnızca “yerli üretim” değil, aynı zamanda “teknoloji ihracatı ve marka değeri” öncelikli hedefler arasında yer alıyor. Türkiye’nin savunma sanayii ürünleri artık sadece birer mühendislik başarısı değil, aynı zamanda uluslararası diplomaside yumuşak güç unsuru haline geliyor.
Bugün Türkiye, teknoloji ve savunma sanayisinde kendi rotasını çizen, dışa bağımlılığını azaltan ve bilgiye dayalı üretimle kalkınma modelini yeniden tanımlayan bir ülke konumunda. Bu dönüşüm, yalnızca askeri değil; ekonomik, diplomatik ve toplumsal etkileriyle de yeni bir Türkiye portresi çiziyor.
Savunma sanayiindeki başarı, genç mühendislerin, teknoparklardaki girişimcilerin, akademisyenlerin ve kamu kurumlarının ortak emeğiyle yükselen bir başarı öyküsüne dönüşmüş durumda. Artık hedef, “yerli üretim” den “teknoloji liderliğine” geçmek.
Eğer bu stratejik yönelim kararlılıkla sürdürülürse, Türkiye yalnızca bölgesinde değil, küresel ölçekte de teknoloji geliştiren, ihraç eden ve yön veren ülkeler liginde kalıcı bir yer edinecektir.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
Zaferozcivan59@gmail.com